GÖÇ SOSYOLOJİSİNİN GELİŞİM SÜRECİ

Göç sosyolojisine duyduğum ilginin gelişmesindeki katkısı için sayın Emel Yiğittürk Ekiyor hocama sonsuz teşekkür ve sevgilerimle…

Birçok alanda gözümüze çarpan ve her geçen gün büyük bir ivme kazanan eylemdir, göç. Küreselleşmeyle beraber daha çarpıcı bir hal alan göç, çalışma alanı olarak da sıkça ele alınan konular arasına girmiştir ve günümüzde literatürdeki tanımlamaları da çalışmalar dâhilinde genişletilmeye devam etmektedir. Göç olgusu, genel olarak bireylerin ya da grupların coğrafi konumlarının değişikliği olarak ele alınmaktadır fakat bu durum, her geçen gün değişmekte ve göç, daha kapsamlı incelenmesi/değerlendirilmesi gereken bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır.

Birleşmiş Milletler’in 2019 yılında yayımlamış olduğu Göç Raporu’na göre, dünya genelinde 1950-2019 yılları arasında uluslararası göçmenlerin sayısı her geçen gün artmış gözükmektedir. 1950 ve 2019 yılları arasındaki dönemde, dünya çapında uluslararası göçmenlerin sayısı 119 milyon artmış ve bu artış, 2005 yılından itibaren hızlanmıştır. 2000 yılında 173 milyon olan göçmen sayısı, 2010 yılında 220 milyona ve 2019’da ise 271.6 milyona yükselerek dünya nüfusunun %3.5’ine ulaşmıştır.[1] Uluslararası göçmen sayılarındaki artış oranlarına bakıldığında küresel göç hareketlerinin toplumları ne derece etkileyebileceği ya da etkilediği anlaşılabilmektedir. Erbaş’a (2019, s. 27) göre, göç artık günümüz kapitalizminin ve “incelmiş bir emperyalizmin” işleyişi ile biçimlenen, bu nedenle de ulusal, bölgesel sınırları aşan küresel bir sistem sorunudur. Dolayısı ile küreselleşme söyleminin biçimlendirdiği dünyayı, çelişkilerini ve sorunlarını anlamak göç ve göçmenlik olgusunu anlamayı gerektirir. Bu anlamda göç dalgalarının ortak yönleri ve özgün yönlerini ortaya koyma gerçek ve kalıcı çözümler üretmenin kilit noktalarını oluşturur. Bu kilit noktadaki oluşumları sağlamak adına da özellikle sosyolojinin, göç olgusuna eğilmesi ve onu yakından irdelemesi gerekmektedir.

Uluslararası göç, 1970’li yılların ortalarından bu yana karmaşık bir süreç olarak giderek ivme kazanan-küreselleşme hareketi içerisinde kilit bir dinamik olarak yerini aldı. Küreselleşmenin en çarpıcı özellikleri; yatırım, ticaret, kültürel ürünler, fikirler ve insanlar gibi farklı unsurların artan bir biçimde sınırlar arası dolaşımı ve çok farklı konumlardan kontrol edilen ulusaşırı ağların yaygınlaşmasıdır (Castells, 1999; Held v.d., 1999; akt., Castles & Miller, 2008, s. 3). Başka bir şekilde ifade edilecek olursa; sanayileşmeyle beraber toplumda yaşanan değişimlerin başında gelen göç olgusunun, öncelikle ekonomik temelli olduğu bilinmektedir. Günümüzde de varlığı devam eden ve küreselleşmeyle beraber ciddi boyutlara ulaşan göç olgusunun, altında yatan sebepler görünürde değişiyor gibi olsa da sebep yine ekonomiye dayandırılmaktadır. Castles & Miller’a (2008, s. 5) göre; sınır aşırı insan hareketleri çok eski dönemlerden beri devletleri ve toplumları şekillendirirken, son yıllardaki insan hareketlerinin ayırt edici özellikleri onların küresel kapsamı, yerel ve uluslararası politikadaki merkeziyeti, muazzam ekonomik, sosyal sonuçlarıdır. Denilebilir ki; göçün sebebi ekonomiden farklı şekilde temellendirilse de sonuç yine ekomik nedenlerle açıklanabilir niteliktedir ve her ne yolla, sebeple olursa olsun göç olgusu, toplumları şekillendirmeye devam etmektedir.

Birçok bilim dalını yakından ilgilendiren göç, yukarıda bahsi geçenlerle beraber sosyolojinin de başat konuları ve çalışma alanları arasında bulunmaktadır. Dolayısıyla toplumda meydana gelen coğrafi bir hareketlilik ya da nüfustaki değişimler doğrudan göçün konusu kapsamında ele alınmaktadır. Nüfus, toplumun tüm katmanlarını etkileyen bir olgudur. Aslına bakılırsa göç konusundaki ilk eser ve ilk göç kanunlarını yazan Ravenstein (1889) bir coğrafyacıydı. Ravenstein, bugün hala en fazla atıf yapılan ve göç sosyolojisinin temeli kabul edilen yasaları, İngiltere nüfus verilerini kullanarak hazırlamıştı (Liang, 2006, s. 488; akt., Adıgüzel, 2019, s. 11). Ravenstein tarafından hazırlanan göç kanunları her ne kadar coğrafi koşullar baz alınarak oluşturulmuşsa da, sosyoloji alanının temel kuramları arasında yerini almış bulunmakla beraber, canlılığını da hala korumaktadır.

Sosyolojinin bir bilim olarak ortaya çıkışıyla beraber, ilk sosyologların da ilgisini çeken bir konu olmuştur, göç ve sebebiyet verdiği toplumsal değişimler. Sanayileşme sürecinde meydana gelen köyden kente göçlerle oluşmaya başlayan yeni toplum, ilk sosyologların dikkatini oldukça çeken ve onları, toplumun bu yapılaşmasını anlamaya iten bir çaba haline gelmiştir. Bu çabalarını kategorilendirmemiş olsalar da  günümüzde bunları,  ‘göç sosyolojisi’ altında ele alabilmek mümkün gözükmektedir. Comte’un önce sosyal fizik, sonra sosyoloji adını verdiği bilim dalı, aslında endüstrileşme ile topraktan koparılan köylülerin kente gelmeleri ve bununla  ortaya çıkan toplumsal kargaşaya bir çözüm bulma amacını taşıyordu. Durkheim’in organik dayanışması, kentleşme sonucu ortaya çıkan bir iş bölümünün sonucuydu. Marks, göçü çok daha şiddetli ve eleştirel bir süreç olarak değerlendirmekteydi: Toprağa bağlı köylüler aniden, acımasızca ve zorla iş gücü piyasasına itilerek, korumasız bir biçimde proleterleştiriliyordu (Adıgüzel, 2019, s. 11).

Göç olgusu üzerine eğilen ilk çalışmalara bakıldığında, Sanayi Devrimi ile beraber ortaya çıkan kentleşme ve yarattığı sonuçlarının irdelendiğini söyleyebilmek mümkündür. Bahsi geçen göçün çeşidi ise iş gücü göçlerini oluşturmaktadır. İş gücü göçleri, Sanayi Devrimi’nden sonra ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında da belirgin rol oynamıştır. Özellikle Batı Avrupa, ihtiyacı olan iş gücünü göçlerle gelen insanlar üzerinden karşılamıştır. Bu toplumsal hareketlilikler, zaman zaman topluluklar arasındaki gerginlikleri ve çatışmaları arttırmıştır. Bu da sosyoloji alanında araştırılması gereken yeni konuları beraberinde getirmiş ve bu konulara yoğunlaşılmıştır: Yabancı/göçmen/misafir işçiler, etnik kimlik, milliyetçilik[2] ve uyum. Uluslararası nitelik taşıyan göç, toplumsal değişimdeki en önemli aktörlerden biri olmakla kalmayıp, kültür değişmelerine ya da kaymalarına sebebiyet vermektedir. Göçün gerçekleşme sebebi, bireylerin/grupların göç sürecinde ülkeleri kullanış biçimi (kaynak ülke, hedef ülke, transit ülke), göçün zorunlu ya da gönüllü olması ve oralarda kalma süresi (geçici göç, kalıcı göç)[3] bu noktada, toplumlar/topluluklar için de önem arz etmektedir. Günümüzde göç, bu açıdan bakıldığında insan hareketliliğinden çok daha fazlasını ifade eden bir kavram haline gemiştir. Çünkü insan hareketliliğinin bazıları baskı ve zorunluluklarla gerçekleşmektedir. Bu noktada, insan hakları ihlalleri doğmakta ve özellikle göçmen, mülteci, sığınmacı vb. statüde olan insanlar için dayanışma ağları,  örgütler kurulmakta ve sözleşmeler, anlaşmalar yapılmaktadır. Bunlardan bazıları: “1951 Mülteci Sözleşmesi, 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve 1977 Protokolleri, Uluslararası Kızıl Haç Komitesi’nin (ICRC) inisiyatif hakkı, Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) Sözleşmeleri ve insan hakları belgeleri gibi hukuki belgelerde öngörülen haklara, devletlerin saygı göstermesini sağlamak için antlaşma yoluyla görevlendirilen bir örgütün sağladığı hukuki korumayı (IOM, 2009) ifade etmektedir (Aydemir & Şahin, 2018).

Sanayileşme Devrimi ile Beraber Kentleşme
http://crisissome.blogspot.com/2015/06/urbanization.html adresinden yararlanılmıştır.

Göçün sebebiyet verdiği hareketliliklerin getirdiği değişim ve dönüşümler, en başından beri sosyolojinin çokça irdelemesi gereken bir konu olmuştur ve bu statüsünü de korumaktadır. Türkiye’de özellikle göç sosyolojisi, son dönem göçleriyle beraber ihtiyaç duyulan bir alan olmuş ve belirgin hale gelmiştir. Erbaş’a (2019, s. 9) göre: Uluslararası göç çok eskilere dayanan bir olgu olsa da Türkiye’de gündeme gelişi, hem politik hem de bir araştırma alanı olarak önemsenmesi çok yenidir ve bu özellikle Suriyelilerin gelişi ile paraleldir. Aslında bu “gelişler” öncesinde uluslararası göç konusunda azımsanmayacak çalışma mevcutken araştırmanın “odağının” değiştiğini söylemek daha doğru olacaktır. 1980’lerin sonuna kadar özellikle göç veren Türkiye, son zamanlarda göç alan konumundadır. Bu da akademide göç üzerine yapılan çalışmaların sıklığını ve odağını değiştirmiştir. İnsanın olduğu her yerde mevcut bulunan hareketlilik ya da göç olgusunun, sosyolojik alanda ele alınışı tarihsel olarak gecikmiş gibi gözükmektedir. Yapılan araştırmalarla beraber göç sosyolojisinin de hızla iyileştirilmesi ve geliştirilmesi önem arz etmektedir. Yaşanılan dünyayı ve toplumu anlamaya çalışmak, toplulukların/bireylerin gerçekleştirdiği hareketliliği anlamayı gerekli kılmaktadır.

KAYNAKLAR

Adıgüzel, Y. (2019). Göç Sosyolojisi (3. b.). Ankara: Nobel Yayıncılık.

Aydemir, S., & Şahin, M. C. (2018). Zorunlu-Kitlesel Göç Olgusuna Sosyolojik Bir Yaklaşım: Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacılar Örneği. Dini Araştırmalar Dergisi, 21(53), 121-148.

Castles, S., & Miller, M. J. (2008). GÖÇLER ÇAĞI Modern Dünyada Uluslararası Göç Hareketleri. (B. U. Bal, & İ. Akbulut, Çev.) İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 195.

Erbaş, H. (2019). Gidişlerden Kaçışlara Göç ve Göçmenler Kuram, Yöntem ve Alan Yazıları. Ankara: Phoenix Yayınevi.


[1]https://www.un.org/en/development/desa/population/migration/publications/migrationreport/docs/InternationalMigration2019_Report.pdf  adresinden 12.08.2020 tarihinde yararlanılmıştır.

[2] Erbaş’a (2019, s. 39) göre milliyetçi düşünce, ırkçı düşünce –özellikle de saldırgan biçimleri- tarihsel olarak kapitalistleşme ve ona bağlı milliyetçilik akımlarıyla beraber ortaya çıkmıştır.

[3] Göç Sosyolojisi’nde sıkça kullanılan bu kavramlar ve diğerleri bir sonraki başlıkta detaylı bir biçimde ele alınacaktır.

Bir Cevap Yazın