Émıle Durkheim’in sosyolojisinde toplumsal iş bölümü

1858’de Fransa, Epinal’de dünyaya gelen Durkheim, her ne kadar babasının yolundan gideceği düşüncesinde olsa da ilerleyen zamanlarda bu düşüncesinden vazgeçerek kendi ilgi alanlarına yönelmiştir. Ailesi ve çevresinin entelektüel birikiminden etkilenen Durkheim zamanla yönünü felsefî, tarihî ve toplumsal olana çevirmiştir. Zihni daima karmakarışık olan Durkheim, bu karmaşadan en iyi şekilde yararlanarak zihnindeki karmaşayı çalışmalarının temeli haline getirmiştir. Sosyolojik değerlendirmelerinin günümüzde hala önemli bir konuma sahip olmasının sebebi olarak da bu temel argümanı gösterebilmek mümkün gözükmektedir. Yaşadığı dönemin de düşün dünyasına etkisini bu noktada belirtmek gerekir. Nitekim Becer (2017), Durkheim sosyolojisinde ahlak ve yansımalarının incelendiği çalışmada bunu Turhan’dan şu şekilde aktarmaktadır: Durkheim’in sosyoloji anlayışını etkileyen ve şekillendiren ana unsurların başında dışsal zorlayıcı sebepler olarak yaşadığı dönem gelmektedir.

1871 yılında Alman-Fransız savaşını kaybeden Fransa İmparatorluğu, iç sosyal ayaklanmaları da çok sert bir biçimde bastırmış fakat politik ve ekonomik huzursuzluklarla dolu bir toplum içerisinde kendisini bulmuştur. Bu yenilginin izlerini yok etmenin, yine toplumu meydana getiren temel dinamikleri canlandırmak ve toplumun ruhuna ve heyecanlarına hitap edebilecek olan ahlak, din, milli marş ve ülkesi için kendisini feda etmekten çekinmeyecek vatansever nesillerin yetiştirilmesi olduğu düşüncesinin tekrar canlandırılması gerekliliği ön plana çıkarılmıştır (Turhan, 2010, s. 8-9; akt. Becer, 2017).

Dönemine dair gözlemlediklerinden beslenen Durkheim’in çıkış noktası ‘ahlak’ olgusudur. Bulunduğu dönemdeki olgu ve olaylar, değişimler ya da etkili olan süreçler, Durkheim için belki de ‘ahlak’ olgusunun değişiminin toplum üzerinden irdelemesini de etkilemiş ve sosyolojisine yön vermiştir. Burada ele alınması gereken husus, fikirleriyle bağlantılı olarak Durkheim’in toplum değerlendirmesidir. Zira toplumsal/sosyolojik incelemelerinin ve değerlendirmelerinin ‘ahlak’ kavramı çerçevesinde şekillendiği, her açıklamasının temelinde bu kavramın bulunduğu, kısacası hemen hemen her çalışmasında ahlak olgusuna yer verdiğini ifade edilebilmek mümkün gözükmektedir. Sosyolojik düşünce tarihi boyunca adını özellikle ‘Toplumsal İş Bölümü’ eseriyle andığımız Durkheim’in bu değerlendirmesinde, organik ve mekanik olarak sınıflandırdığı toplumlarda ahlak ve düzen sorunundan yola çıktığı görülmektedir. Hatta bu eserinin ilk basımındaki ön sözüne şu şekilde başladığı bilinmektedir: Her şeyden önce bu kitap, ahlak yaşantısının olgularını, pozitif bilimlerin yöntemlerine göre ele almaya yönelik çabadır (Ritzer & Stepnisky, 1991/2018, s. 201). Bu eseriyle de ahlak olgusunun izinde olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Aynı zamanda bu noktadan hareketle ‘anomi’ olarak adlandırılan toplumsal düzensizlik-kargaşa olgusuna da ulaştığını belirtmek gerekmektedir.

Durkheim’in sosyolojisindeki kavramların girift olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Özellikle ortaya koymuş olduğu bazı kavramlar, birbirlerini gerektirir niteliktedir. Ahlak olgusunun şekillendirici bir unsur olarak hemen hemen bütün açıklamalarının temelinde yer aldığından her ne kadar bahsedilmiş olsa da ‘toplumsal dayanışma/iş bölümü’nden bahsederken üzerinde durulması gereken farklı temel kavramlar da bulunmaktadır. Bunlardan ilki ‘toplumsal olgular’ dır. Durkheim toplumsal olgular kavramını, sosyolojiye daha bağımsız bir alan kazandırmak için açıklamalarında kullanmayı tercih etmiştir. Toplumsal olgular; gözlem vb. yoluyla insanların dışarıdan veri toplayarak elde edebileceği ve mutlak suretle incelenmesi gereken unsurlardır. Durkheim’in büyük bir önem atfettiği bu kavram, sosyolojiyi felsefeden ayıran en temel noktadır. Aynı zamanda Durkheim, toplumsal olguların bireylere indirgenmeden kendi gerçekleriyle incelenmesi gerektiğinin de üzerinde durmuştur. Durkheim toplumu (Comte ile benzer olarak) bireysel eylemlerin ya da bireylerin psikolojik bilinçlerinin bir toplamı veya sonucu olarak değil kendine özgü (sui generis) bir gerçeklik olarak tanımlar (Durkheim, 1984, s. 109; akt. Taş, 2020). Başka bir ifadeyle toplumsal olgular, birey çapında ele alınacak ya da bireylerden hareketle açıklanabilecek nitelikte değildir. Elbette toplumsal olguları incelemek, saptamak ya da açıklamak çok farklı perspektiflerden de bakmayı gerektirmektedir ve Durkheim bunun bilincinde olarak bu olguları sınıflandırma yoluna gitmiştir. İlişkilerden ziyade olguların sosyoloğu olarak anılan Durkheim, modern toplumu da ilişkiler birliği/bütünlüğü olarak değil olgular birlikteliği olarak değerlendirmektedir. Bahsi geçen olgular ilişki bütünlerine göre daha sert, sistematik ve kurumlaşmış olarak ele alınmaktadır. Durkheim, toplumsal olguları, maddi ve maddi olmayan olarak iki sınıfa ayırmıştır. Maddi toplumsal olguların, maddi olmayan toplumsal olguya oranla anlaşılması ve ifade edilmesi daha kolay görülmektedir. Bunun yanı sıra bu olgular, doğrudan gözlenebilir durumdadır. Bireylerin dışında bulunan, onları yaptırıma zorlayan ya da onlar üzerinde etkin ve baskı sahibi olan olgulardır. Ritzer & Stepnisky’a (1991/2018, s. 96) göre bu maddi toplumsal olgular, en azından eşit ölçüde bireylerin dışında olan ve onlar üzerinde zorlayıcı olan ahlaki kuvvetlerin çok daha büyük ve daha güçlü alanını ifade ederler.  Andrews’e (1993; akt. Ritzer & Stepnisky, 1991/2018, s. 197) göre, nüfus büyüklüğü ve yoğunluğu, iletişim kanalları ve konut düzenlemeleri en maddi olan olgulardır. Bahsi geçen olgulara Durkheim, Toplumsal İş Bölümü adlı eserinde yer vermiştir. Maddi olmayan toplumsal olgulara bakıldığında da bunların bir kısmının insanların zihninde bulunabilecekleri düşüncesini kabul eden Durkheim, bu olguların daha komplike fakat bir o kadar da önemli bir yere sahip oldukları üzerinde özellikle durmuş görünmektedir. Maddi olmayan toplumsal olguları temellendirirken dört olgu türü (ahlak, kolektif bilinç, kolektif temsiller ve toplumsal akımlar) üzerinde durduğunu ifade edebilmek mümkündür. Daha önce de dile getirildiği üzere bu olgulardan ilki ahlak olgusudur ve bu olgunun toplumsal bir olgu olduğunun, bunun yanı sıra dışarıdan gözle görülebilecek özellikte olduğunu dile getiren Durkheim’e göre üzerinde ısrarla durulması gerektiğinin de altı çizilmelidir. Eserlerinin merkezinde olan ahlak olgusunun yaptırım gücüne sahip olduğu, başka bir ifadeyle toplumda baskı unsuru ya da zorlayıcı bir unsur olarak var olduğu ifade edilebilmektedir. İkinci olgu olarak söylenebilecek ‘kolektif bilinç’ olgusu paylaşılan değerlerin, düşüncelerin, inanışların ya da normların genel hatlarını ifade eden bir kavramdır. Aynı zamanda kapsamlı olduğu göze çarpan bu tanımlamanın, her şeyi kapsadığı için tespit edilmesinin/incelenmesinin de güç olduğu elbette tahmin edilebilmektedir. Bu yüzden Durkheim, bu olguyu da açıklığa kavuşturmak adına, onun bir parçası ya da minyatürü olan bir olguyu sunmaktadır değerlendirmesinde. Bu da bizi üçüncü bir olgu olan ‘kolektif temsiller’e götürmektedir. Kolektif bilinç, geniş bir alana sahip olduğundan ötürü doğrudan veri elde edilmesi zor bir alandır ve bunun neredeyse imkânsız olduğunu da dile getirmek pek yanlış olmayacaktır. Bu yüzden kolektif bilinç olgusuna ulaşmak için kolektif temsillerden yararlanılmalı, yani bu olgu araç olarak kullanılmalıdır Durkheim’e göre. Dini semboller, mit, efsaneler ya da buna benzer olgularda kolektif temsillerin örneklerine sıkça rastlandığını dile getirmektedir Durkheim. Bu olguların sonuncusu ise toplumsal akımlardır. Burada belirtilmesi gereken nokta ise bu kavramların birbirlerinden bağımsız olarak bulunmadıkları, bilakis birbirleriyle daimi bir ilişki içerisinde oldukları gerçeğidir. Toplumsal olgular, toplumların gerçekliklerini taşıdıklarından ötürü toplumsal olan ile de yakın temas içerisindedir. Dolayısıyla toplumsal olguların toplumsal örgütlerle de ilişki içerisinde olduklarını söyleyebilmek mümkündür. Toplumsal akımları, genel anlamda, duygu birliği olarak adlandırabilecek olsak da daha geniş bir tanımlamaya ihtiyaç duyulmaktadır. Ritzer & Stepnisky’a (1991/2018, s. 200) göre toplumsal akımlar, diğer toplumsal olgulardan daha az somut oldukları halde onlar yine de toplumsal olgulardır çünkü onlar bireye indirgenemez. Bu toplumsal akımlar tarafından sürükleniriz ve sadece, ortak duygulara karşı savaştığımızda bu durumun farkına varsak bile, bu durumun, bizim üzerimizde zorlayıcı bir gücü vardır. Durkheim’in toplumsal olanı açıklarken nihai olarak toplumu baz aldığını ve bunun yanı sıra hiçbir olguyu bireye indirgemediğini, indirgenemeyeceğini de sıkça vurguladığını tekrar tekrar belirtmek gerekmektedir. Onun sosyolojisinde önemli bir yeri olan bu olguları açıklarken bilhassa dikkat edilmesi gereken bir husus olan ‘bireye indirgememe’ uyarısı ciddi anlamda önem arz etmektedir. Değerlendirmelerde buna dikkat edilmediği takdirde Durkheim’in sosyolojisinin de, genel olarak düşüncelerinin de yanlış anlaşılabileceği/aktarılabileceği kaçınılmaz bir gerçektir.

Toplumda/toplumsal olanda sıkça rastladığımız bahsi geçen olgulardan hareketle ulaşılabilecek nokta ise Durkheim’in Toplumsal İş Bölümü adlı eseridir/doktora tezidir. Bu eserde birey ve toplum arasındaki ilişkiyi değerlendirme çabasında olduğu görülmektedir. Durkheim, insanların isteklerinin sınırsız ve doyumsuz olduğunu dile getirirken bir yandan bunların kontrol edilmesinin de zor olduğunu fakat ne olursa olsun kontrol altına alınması gerektiğini ifade etmektedir. Bireyin kendi kişisel mutluluğu için bu tutkularını kontrol altına almaya, ahlaki rehberliğe ihtiyacı vardır, aksi takdirde soyutlanacak ve köksüz kalacaktır. Bu yüzden Durkheim’e göre bireyin istekleri ile toplumun düzen ve kontrol ihtiyaçları arasında temel bir çatışma veya gerilim her zaman var olacaktır (Slattery, 1991/2018, s. 34-35). Bireyin arzuları ile çatışan toplumun gereklilikleri, nihayetinde bireyin çıkarları doğrultusunda olmamalı bilakis birey, toplumun yararına göre hareket etmelidir. Fakat çoğunlukla durum veya olaylar bunun aksini göstermektedir. Dolayısıyla birey ve toplumun çatışan çıkarları bir gerilime sebebiyet vermekte, bu gerilim de ‘kontrol sağlama’ ihtiyacını gerekli kılmaktadır. Birey-grup veya birey-toplum ilişkisinin kurumlarla veya sosyal kurallarla belirli biçimde düzenlenmesi ise ahlaki kuralların oluşumunun temelini oluşturur (Edinsel, 2014, s. 357). Eserinin temelini oluşturan toplumsal iş bölümü/dayanışma değerlendirmesinde Durkheim’in modern toplumlarla ilkel toplumları karşılaştırdığını, her iki toplum çeşidi içerisinde karşılaşılabilecek düzen, dayanışma biçimleri vb. durumların, süreç içerisindeki değişimi ve etkilerini ele aldığı ifade edilebilmektedir. Kısacası toplumlardaki iş bölümü/dayanışma şeklinden yola çıkarak sınıflandırmaya giden Durkheim’in, ‘organik ve mekanik’ kavramlarından yararlanarak toplumları açıklamaya yöneldiği görülmektedir. Fakat öncesinde Durkheim’in, Auguste Comte’un gerçekleşen olayların büyük bir kısmının artan iş bölümüne dayandırılabileceği fikrini reddettiğini dile getirmek gerekmektedir. Bununla birlikte Toplumsal İş Bölümü’nün temel argümanı, modern toplum ile ilkel toplumlarda görülen dayanışma biçimindeki farklılıklar ve bu farklılıkların ortaya çıkardığı durumların değerlendirilmesidir. İş bölümü, toplumların yapısını doğal olarak iş bölümünün belirlediği bir süreçle mekanik dayanışma durumundan organik dayanışma türüne geçtiği bir tarihsel evrim teorisi geliştirmektedir (Swingewood,1984/2014, s. 119). Toplumlardaki dayanışma biçimi üzerinden değerlendirmeye/sınıflandırmaya giden Durkheim, yine bu değerlendirme üzerinden toplumsal değişimleri, gelişimleri, dönüşümleri açıklamaktadır. Esas olan bu çabasını metodolojik olarak ortaya koyarak ilerlemesidir. Bahsi geçen dayanışma tiplerine daha detaylı bakmak gerekmektedir.

MEKANİK VE ORGANİK DAYANIŞMA

Toplumsal İş Bölümü adlı eserinde Durkheim’in ele aldığı hususun, toplumu-toplumsal birliğin nasıl oluştuğunu açıklamayı çabalarken ‘dayanışma’ olgusundan yararlanarak sosyolojik çerçevesini oluşturduğu gerçeğidir. Durkheim için dayanışma biçimindeki değişim, toplum açısından göründüğünden çok daha fazlasını ifade eden bir değerlendirme alanı olarak görülmektedir. Bu değişimle beraber gerçekleşen farklılıkları ifade etmek için ise toplumlarda iki dayanışma tipinden bahsettiği bilinmektedir: Mekanik ve organik dayanışma.

Ergun’a (2015, s. 118) göre Durkheim’in düşüncesindeki iş bölümü, teknik ya da ekonomik iş bölümünden bambaşka bir şeydir. Mesleklerin farklılaşması, üretici çalışmaların çoğalması, Durkheim’in gözünde toplumsal farklılaşmanın belirtisidir, sonucudur. Çünkü ona göre ilk farklılaşma toplumsal farklılaşmadır, yani iş bölümüdür. Farklılaşmış, ilksel haldeki insan topluluklarında iş bölümü ya yoktur ya da çok zayıftır. Zira işlerin hangi ölçütle nasıl ve kimlere dağıtılacağının kuralları belirginleşmemiştir. Bu işleri üstlenecek olanların görev ve sorumluluklarının neler olduğu ne konuşulmuş ne kararlaştırılmış ne de içselleştirilmiştir.

Bu topluluklarda insanlar Marx’ın ifadesiyle, bir çuval içindeki patatesler gibidirler. Herkes her işi yapabilir (Nilgün, 2007, s. 161). Bahsi geçen dayanışma tipi mekanik dayanışma tipidir ve denilebilir ki mekanik dayanışma tipindeki toplumlar birlik içerisindedirler, kurdukları bağ, ortak olarak gerçekleştirdikleri/yaptıkları işin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra benzer işleri yapmaları, benzer sorumluluklara sahip olmaları da diğer etkenler arasında sayılabilmektedir. Durkheim’in toplumun morfolojik yapısı başlığı altında incelediği nüfus, yoğunluğu giderek artan, dolayısıyla kaynakları sınırla hale getiren bir boyuta ulaşmıştır.  Müteakiben kaynaklar kısıtlı hale geldiği için kaynakların paylaşımı üzerine bir sistem/dayanışma biçimi uyarlanma gereği hissedilmiştir. Bununla beraber, ortaya çıkan ya da çıkabilecek çatışmanın/kargaşanın önüne geçilmesi, düzenlenmesi ihtiyacı da ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyacın etkisiyle iş alanında uzmanlaşma yoluna gidilerek oluşan sorunlara çözüm aranmaya çalışılmıştır. Mekanik dayanışmanın aksine organik dayanışma tipindeki toplumlara bakıldığında ise insanlar arasındaki bağın, farklı görev, uzmanlaşma olgusunun artışıyla zayıfladığını fakat diğer taraftan, farklılık gösteren bu görevlerin bağı gerekli kıldığını söylemek mümkündür. Diğer bir ifadeyle değişim gösteren iş/sorumluluk/görev olguları mekanik dayanışma tipinde benzerlikten doğan birliği beraberinde getirirken organik dayanışma tipinde bireyler, farklılık gösteren iş/sorumluluk/görevler insanları bir arada tutan bağlar olarak nitelendirilebilir özelliktedir. İlkel toplumların daha güçlü kolektif bilince sahip olduklarını ileri süren Durkheim, yine kolektif bilincin mekanik dayanışma içinde olan toplumlarda daha önemli olduğunu da dile getirmektedir. İş bölümü, insanları birbirine bağlar. Herkesi birbirine muhtaç hale getirerek onları kendilerinin yarattıkları bu ortaklıklara sahip çıkmaya yöneltir (Nilgün, 2007, s. 162). Modern toplumları bir arada tutan iş bölümü, neticesinde bireyin bir başkasının yerine getirmesi gerekenlere ihtiyaç duyması bir kolektif bilince yol açar fakat bu bilinç düzeyi, ilkel toplumlardaki kadar belirgin olmamaktadır. Çünkü organik toplumlardaki kolektif bilincin odak noktasında da birey bulunmaktadır.

Giddens (1972; akt. Ritzer & Stepnisky, 1991/2018, s. 203) ilkel ve modern toplumlardaki kolektif bilincin, dört boyutta – hacim, yoğunluk, katılık ve içerik- farklılıklarının ortaya konulabileceğini ifade etmektedir. Hacim kolektif bilincin etkili olduğu insanların miktarına; yoğunluk, kolektif bilincin insanların ne kadar hissettiğine; katılık, kolektif bilincin nasıl tanımlandığına ve son olarak içerik ise, kolektif bilincin iki toplum içerisinde de aldığı şekli/evrildiği yönü ifade etmektedir. Mekanik dayanışma biçiminde etkin bir şekilde sıkça görülen kolektif bilinç, toplumun tüm üyelerini kapsamakta, yoğun olarak inanılmakta, oldukça sert/katı, yaptırımlara bağlanmış ve içerik olarak da din etrafında şekillenen özelliklere sahip niteliktedir. Aksine organik dayanışma biçiminde sınırlı bir biçimde gözüken kolektif bilinç, bağlılık az yoğunlukta, katı/sert bir bilinç değildir ve içerik olarak da ahlaki olgulara göre şekillenir niteliktedir. Mekanik dayanışmadan, organik dayanışmaya geçiş sebebini dinamik yoğunluğuna bağlayan Durkheim bu kavramı, bir toplumdaki insanların sayısına ve aralarındaki iletişim/etkileşim oranına odaklayarak açıklamaktadır. Mekanik dayanışma biçimindeki toplumlarda karşılaşıldığı üzere daha fazla insan, kıt kaynaklarla geçim sağlamaya çalışmakta ve bu da insanları, organik dayanışma biçimindeki toplumlara oranla daha fazla rekabete sürüklemekte ve müteakiben daha fazla etkileşim ve daha sert, yoğun bir rekabete işaret etmektedir. Başka bir ifadeyle organik dayanışma biçimindeki toplumlarda az rekabet, fazla farklılaşma görülmektedir. Bununla beraber farklılaşmanın artması insanların daha fazla işbirliği yapmalarını gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla buradaki farklılıkların, iş bölümünü zorunlu kılarak bağlara sebebiyet verdiği ve benzerliğin beraberinde getirdiği zorunlu bağlardan daha sıkı bağlara sebebiyet verir nitelikte oldukları söylenebilmektedir.

İş bölümü, maddi toplumsal olgular arasındadır ve belirli dinamik yoğunluklara da sahip niteliktedir. Bu dinamik yoğunluğun beraberinde getirdiği değişimler, sadece meslekler/iş bölümü ve dayanışma tipleri içerisine sirayet etmekten ziyade toplumsal alanın her alanına sinmiş durumdadır. Bu alanlardan biri de elbette hukuk sistemidir. Dayanışma tiplerine göre şekillenen toplumda, ahlaki olguların ve beraberinde ihtiyaç duyulan hukuk sisteminde de etkili olduğunu ifade edebilmek mümkündür. Mekanik dayanışma biçimindeki toplumlarda baskıcı hukuk tipinin mevcut olduğunu ifade eden Durkheim, bu toplumdaki insanların benzer işler yapmaktan ötürü birçok ortak yöne sahip olduklarından ve aynı zamanda ortak ahlaki olguları benimsemelerinden kaynaklı paylaştıkları sisteme karşı işlenen herhangi bir suçun ağır şekilde cezalandırılması olasılığından da bahsetmektedir. Kolektif bilince aykırı kabul edilen bu davranışlar, toplum içerisinde belirlenen ya da benimsenen olgulara da aykırı olarak kabul edilmektedir. Bunun aksine organik dayanışma biçimindeki toplumlardaki hukuk sisteminde, suçu işleyenlerin suçlarını onarıcı ya da telafi edici altyapıların mevcut olduğu bilinmektedir. Yani Durkheim’e göre organik dayanışma biçimindeki toplumların hukuk sistemi, onarıcı hukuk sistemidir. Mekanik dayanışmadan organik dayanışma biçimine geçerken toplumlarca zayıflığı kabul edilen/zayıflatılan ahlak olgusu nedeniyle organik dayanışma biçimindeki toplumlarda aykırı bir davranışa bireyler genellikle duygusal tepkiler vermekten de yoksun kalmaktadırlar. Suç işleyenlerin, ortak ahlaka aykırı eylem gerçekleştirmeleri nedeniyle ağır bir cezaya çarptırılması değil suçun tazmin edilmesinden bahsedilmektedir organik dayanışma biçimindeki toplumlarda. Tüm bunlardan hareketle ‘anomi’ kavramını oluşturan Durkheim, aynı zamanda normal ve patolojik unsurlardan da bahseder. Ona göre, her toplumda suç olgusunun bulunması onu normalleştirmektedir fakat bir yandan da suç, önemli bir işlevi yerine getirmektedir. Başka bir ifadeyle olumsuz olarak karşılanan suç olgusunun bile, farkında olunmayan işlevlere sahip olduğunu ifade etmektedir. Toplumun üyeleri, suç olgusu üzerinden kolektif bilinç ile tanışmaktadır. Suçun işlevinin bu yönde olduğunu dile getirmektedir Durkheim.

İş bölümü içerisinde patoloji, organik dayanışma biçimindeki toplumlarda iş bölümünün geldiği son noktanın anormal biçimini eleştirmek için ele alan Durkheim, üç anormal biçimden bahsetmektedir: Anomik iş bölümü, zorlanmış iş bölümü ve zayıf bir şekilde koordine edilen iş bölümü. Anomik iş bölümü, meslek alanındaki konumlardan ötürü ahlaki ve hukuki açıdan toplumun gelişim hızına/düzeyine yetişemeyen ya da daha doğru bir ifadeyle uygun olmadığı varsayılan durumlarda ortaya çıkan patolojik iş bölümüdür. İş bölümünün ikinci patolojik biçimiyse zorla kabul ettirilen iş bölümüdür. Bu iş bölümü içerisinde çalışan/bulunan insanlar, istedikleri işi seçme özgürlüğüne sahip değildirler. Dolayısıyla yaptıkları işi benimsemekten ziyade zorla yapan insanlar, yönelimlerini ya da yeteneklerini de gösteremez durumdadırlar. Zorla kabul ettirilen toplumsal iş bölümünün ortaya çıkardığı zorlanmış iş bölümü, patolojik iş bölümüdür. Üçüncü ve sonuncu patolojik biçim ise zayıf bir şekilde koordine edilen iş bölümüdür. Bu biçimde, işler ileri düzeyde ayrıştırılarak biçimlendirildiğinden ötürü çalışmanın artan saatleri bireyleri isteksiz çalışmaya iten patolojik süreçtir. Patolojik süreçlerin zaman zaman işlevsel ve dolayısıyla gerekli bir yanı olduğunu dile getiren Durkheim’ın, dayanışma biçimi içerisindeki patolojik süreçleri de bahsi geçenler dâhilinde açıklamış olup çalışmalarında daha detaylı bir şekilde üzerinde durmamıştır. Organik toplum biçime geçişle beraber normsuzluğun arttığını, ahlaki olgulardan da giderek uzaklaşıldığının da üzerinde duran Durkheim’in ayrıca ‘intihar’ üzerinden toplum değerlendirmesi yaptığı da bilinmektedir. Durkheim’e göre anomiye daha yakın olan modern toplumlarda, bu sürecin ekonomik ve toplumsal belirsizlik/bunalım dönemlerinde daha hareketli bir hal almaktadır da.  Swingewood’a (1984/2014, s. 127) göre Durkheim, en özel ve kişisel eylemlerden birisi olan intiharı, yüzeysel olarak bakıldığında sosyolojik açıklamadan daha çok psikolojik bir açıklamaya uygun bir fenomen olarak görmesine rağmen, bu eylem açıkça toplumsal birlik problemiyle ve toplumu bir arada tutan toplumsal bağlarla ilişkili olduğunu için incelemişti. İntiharın toplumsal boyutunu ele alarak açıklamak amacıyla yaptığı ‘İntihar’ çalışmasında da görüldüğü üzere, Durkheim intiharların psikolojik süreçlerinin toplumsal bağlar üzerinden değerlendirmektedir. Ritzer & Stepnisky’a (1991/2018, s. 209) göre ise intihar oranlarındaki farklılıklardaki kritik etmenler, toplumsal olguların düzeyindeki farklılıklarda bulunur. Farklı gruplar, farklı toplumsal akımları üreten farklı kolektif duygulara sahiptir. Bireyin intihar hakkındaki kararını etkileyen bu toplumsal akımlardır. Başka bir şekilde dile getirilecek olursa kolektif duygularda meydana gelen değişimler, hareketler, toplumsal akımın hareketlenmesine yol açar ve bireyler de bu hareketlilikten etkilenir. Dolayısıyla intihar oranlarındaki değişimlerin sebebinin bu noktada yattığı belirtilebilirdir. Toplumsal boyutu kimi zaman değerlendirme kapsamına alınmayan intihar olgusunun temel sebeplerinin altında yer alan toplumsal akımlardır, şeklinde bir ifade yanlış olmayacaktır. Kısacası bireyler üzerinde etki sahibi olan toplumun ve toplumsal dayanışma biçiminin, zaman zaman beraberinde getirdiği anominin ya da hukuki zayıflamaların, bireyin intihar kararı vermesinde etkili faktörler arasında yer aldığını söyleyebilmek mümkün gözükmektedir.

ŞEKİL I: Durkheim’de Toplum Tipleri ve Özellikleri (Durkheim,1893,1895; akt. Edinsel, K. 2014, s. 372)

Şekil I incelendiğinde görülebileceği üzere, toplumdaki değişimler genel olarak toplumsal hayatta bahsedilebilen her alanda/kurumda kendini göstermektedir. Dolayısıyla toplumsal dayanışma biçiminin sadece kendi içerisinde etkili olmadığı da bariz bir gerçektir. Birey-toplum arasındaki ilişkinin belirleyici unsuru olarak göze çarpan toplumsal dayanışma biçimiyle değişen ahlaki yapı hukuk alanında daha belirgin olmak üzere, her alana sirayet eden bir faktör niteliğindedir. Öncelikle oluşan değişimlerle beraber sosyal birimlerde oluşan değişimlere dikkat çeken Durkheim’in çalışmasında, mekanik dayanışma tipinde aileye, gruplara dayalı yani iş gücü gerektiren işlerin varlığından ötürü birlikteliği zorunlu kılan bir tipin var oluşundan bahsedilirken; organik dayanışma tipinde bunun bireysel, kurumsal uzmanlık alanına evrildiği Şekil I’de de desteklenmektedir. Kolektif bilince bakıldığında ilkel toplumdan modern topluma geçilirken toplumsal normların baskın oluşundan, bireyi baz alan sistem ve yaptırımlara geçiş olduğu görülebilmektedir. Daha önce de defaatle belirtildiği üzere bir diğer önemli husus iş bölümüdür. İlkel toplumlarda benzer işler mevcut olduğundan ötürü iş bölümü ya çok sınırlı ya da hiç yok denilecek düzeydeyken modern toplumlarda iş bölümünün en üst düzeyde olduğu ve uzmanlığı gerekli kıldığı bilinmektedir. Tüm bunlardan hareketle ahlak olgusunu temel alan Durkheim, iş bölümü/dayanışma farklılıklarını, iki tip üzerinden aktarırken modern toplumlardaki ahlaki değişimin üzerinde de durmaktadır. Ahlaki değişimin pek de olumlu olmadığı yönünde olan düşüncelerini ‘anomi’ kavramı üzerinden aktarmaktadır. Bunlarla beraber Durkheim, modern toplumun organik dayanışması içinde, anomiyi temel bir patoloji, geleneksel bağlar ve değerlerin zayıflamasının ve bireyciliğin ortaklaşa veya toplumsal sorumlulukların üstüne çıkışının yarattığı bir toplumsal hastalık olarak kabul eder (Slattery, 1991/2018, s. 36). Sosyal dayanışma biçimlerine göre mekanik-organik olarak sınıflandırılan toplumların morfolojik farklılıkların olduğunu; ilkel toplumların dar bir coğrafi alanda etkin olduklarını, bunun yanı sıra modern toplumların daha geniş bir alana yayıldıklarını söyleyebilmek mümkündür. Başka bir ifadeyle yerleşim birimi olarak ilkel toplumlar köylerde etkinken modern toplumlar kentlerde etkin gözükmektedir. Buna bağlı olarak çalışma alanlarının da farklı olduğu, ilkel toplumların dar alanlarda (pazar vb.), bunun aksine modern toplumların daha geniş alanlarda (ulusal pazarlar vb.) çalıştığı da eklenmelidir. Bahsi geçenler dâhilinde etkin olan dilin, yerleşme biçimlerinin, yerleşilen alanların, çalışma alanlarının, ceza-hukuk sistemlerinin, evlilik/aile kurumunun, politika ve yönetim biçimlerinin farklılık gösterdiğini ifade edebilmek mümkündür.

Sonuç olarak ahlaki olgular üzerinden toplumsal olanla bağ kuran Durkheim’in, toplumsal dayanışma biçiminde yaptığı ayrım sonuncunda da vardığı nokta, değişimle beraber ahlaki olguları da yıprattığı hatta toplumun bireyle bağının koptuğu ya da normsuzlaşmaya neden olduğudur. Durkheim, bu değişimleri ve bir toplum tipinden diğerine geçişi nedenleriyle beraber iki tip üzerinden aktarmaya çabalamıştır. Sosyolojisine yön veren ve nihai olarak sosyolojide sıkça bahsedilen bu çalışmanın, günümüzde de geçerliliğini/canlılığını koruduğunu söylenebilir. Bittabi modernleşmeyle beraber birey-toplum ilişkisinde Durkheim’in tespit ettiği hususların gözle görülür biçimde olması, günümüzde dahi geçerliliğini korumasını sağlayan faktörlerdendir.

KAYNAKLAR

Becer, F. (2017). Durkheim Sosyolojisinde Ahlak ve Yansımaları. Ulakbilge Sosyal Bilimler Dergisi, 5(12), 813-826.

Çelebi, N. (2007). Sosyoloji Notları. Ankara: Anı Yayınları.

Edinsel, K. (2014). Sosyolojik Düşünce ve Çözümleme. İstanbul: Kabalcı Yayınları.

Ergun, D. (2015). 100 Soruda Sosyoloji Elkitabı (12. b.). Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.

Ritzer, G., & Stepnisky, J. (2018). Klasik Sosyoloji Kuramları (7. b.). (H. Hülür, Çev.) Ankara: De Ki Basım Yayın.

Swingewood, A. (2014). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi (4. b.). (O. Akınhay, Çev.) İstanbul: Agora Kitaplığı Yayınları.

Taş, S. (2020). Emile Durkheim’in Sosyolojik Anlayışında Toplumsal İşbölümü, Sosyolojik Yöntemin Kuralları, Din, Anomi ve İntihar. Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 13(29), 442-449.

Bir Cevap Yazın