Afete Sosyolojik Bakış

Amacı, afetlerden biri olan depremi sosyolojik bir bakış açısıyla değerlendirmek olan bu yazıda, sosyolojinin temel teorilerinin afetlere karşı yaklaşımları ele alınacak ve depremin toplumsal etkileri zarar görebilirlik/dezavantajlı gruplar kapsamında değerlendirilecektir. Bu doğrultuda; afetin ne olduğu, sosyolojinin afetle neden ilgilendiği gibi soruların cevabını bulabilmek için tanımının kişiden kişiye değişiklik gösterdiği “afet” kavramının incelenmesi gerekmektedir.

Afet kavramı TDK sözlüğünde “çeşitli doğa olaylarının sebep olduğu yıkım” anlamına gelir fakat afetin taşıdığı anlam bundan çok daha fazlasıdır. Afetler, toplumların fiziki, ekonomik ve toplumsal  kayıplar yaşamasına sebep olan ve gündelik yaşayışı aksatan doğa, teknoloji ya da insan kaynaklı olaylardır (Eryılmaz, 2007). Dombrowsky’nin (1998) “afet, meydana gelen fiziksel olayların insan ve toplum üzerindeki etkileridir” tanımı ise soyolojinin afet ile ilişkisinin anlaşılması ve netleştirilmesi için önem taşımaktadır. Ona göre “afetlerin etkilerinden” söz etmek yanlıştır çünkü “afet” olarak adlandırdığımız zaten etkilerdir. Bu kapsamda bakıldığında afet ile sosyolojinin aslında bir bütün olduğu, özellikle neredeyse her bireyin hayatında en az bir kez de olsa yaşadığı deprem ele alındığında bu afetin, bireyleri ve toplumları derinden etkilemekte ve değiştirmekte olduğu görülmektedir. Kısacası afet, toplumsal yaşamın ve toplumsal değişmenin anlaşılmasına kapı aralamaktadır (Carr, 1932).

Şüphesiz ki insanların afetlere yaklaşımı değişkenlik göstermektedir. Öyle ki afetler olup bittikten sonra herkes afeti konuşsa da bakış açılarının farklılık gösterdiği görülmektedir. Kimisi dini bir bakış açısından yaklaşarak afetleri Tanrı’nın bir cezası olarak görebilirken kimisi de seküler bir tutum sergileyerek bunun doğru olmadığını, depremlerin fay hatlarının çatlamasıyla meydana geldiğini savunabilmektedir. Tüm bunlar afet sonrası zaman zaman toplumsal kargaşaya sebep olsa da çoğunlukla olumlu bir kolektif bilinç oluşturmaktadır.

Sosyoloji tarihi boyunca afetlere yönelik temel yaklaşımlar geliştirilmiştir. Bu yaklaşımlar  toplumların davranışlarının –özellikle afetten sonra- anlaşılması için fikirler sunmaktadır. Bu örneklerden ilki Durkheim’ın işlevselci yaklaşımıdır. Durkheim’a göre doğal afetlerden kaynaklı yıkımlar ya da insanın sebep olduğu yapay afetler, toplumun üyelerini bir araya getirmeye, sorumluluk almaya ve sosyal dayanışmayı kuvvetlendirmeye teşvik etmektedir (Laila Kholid Alfirdaus, 2015).  Özellikle 2020 yılında Türkiye’de yaşanan iki büyük deprem göz önünde bulundurulduğunda halkın, sosyal dayanışma kavramına çok da uzak olunmadığı görülmektedir. Türkiye gibi yardımlaşmanın gelenek halinde olduğu ülkelerde özellikle deprem sonrasında dayanışma ve birliktelik artmaktadır. Genellikle deprem sonrası oluşan kaotik atmosferde, günlük hayattaki ön yargılar, kişilere karşı yapılan ayrımcılıklar ve hatta ırkçı tutumlar bir yana bırakılmakta ve yardım düşüncesi ile hareket edilmektedir. Bu süreçte bireylerin empati yeteneği hiç olmadığı kadar gelişebilmektedir. Dolayısıyla toplum, dolaylı da olsa bir araya gelmekte ve bir dayanışma içerisinde olmaktadır.

İkinci bir yaklaşım ise işlevselciliğin karşısında olan ve öncülüğünü Karl Marx’ın yaptığı çatışmacı yaklaşımdır. “Karl Marx, Kapital’ın birinci cildinde modern tarımla birlikte toprakların verimsizleşmesini, maden arama faaliyetleri nedeniyle doğanın tahribatını ve bunun toplumsal sonuçlarını kapitalist sınıfın artı değer üretme çabasına bağlamıştır ve bu süreçlerden en fazla etkilenenlerin alt sınıflar olduğunu söylemiştir” (Alkın, 2020). Başka deyişle, Karl Marx aslında afetlerden en çok etkilenen gruplar üzerinde durmuş ve alt sınıfların daha fazla etkilendiğini vurgulamıştır. Şayet Karl Marx bugünün Türkiye’sinde yaşasaydı ve 2020  yılında yaşanan depremlerin ardından bir açıklama yapsaydı muhtemelen, depremde ölenlerin çoğunlukla yoksul halk olduğunu ve üst sınıfların, yani zenginlerin daha iyi evlerde, daha iyi koşullarda yaşadığı için daha az zarar gördüğünü savunurdu. Buradan da anlaşılmaktadır ki afetler sonrası zarar görebilirlik (vulnerability), herkes için eşit olmayabilmektedir.

Zarar görebilirlik kavramının öneminin daha iyi anlaşılması için öncelikle bu kavramın ne anlama geldiğine bakılması gerekmektedir. Zarar görebilirlik terminolojide bir bireyin, bir topluluğun, varlıkların veya sistemlerin tehlikelerin etkilerine duyarlığını artıran fiziksel, sosyal, ekonomik ve çevresel faktörler veya süreçler tarafından belirlenen koşullar anlamına gelmektedir (UNDRR). Aslında afetin tanımına küçük bir matematik hesabıyla, tehlike ve zarar görebilirliğin çarpımını elde ederek ulaşılabilmektedir fakat tehlike ne kadar büyük olursa olsun zarar görebilirlik küçük boyutta ise afet de bir o kadar küçük boyutta yaşanacaktır. Hatta afet olarak adlandırılacak bir olay olmayacaktır. Çünkü afetin tanımını yaparken zaten etkilerin kendisi olduğuna yukarıda daha önce de değinilmiştir. Depremden örneği üzerinden gidilecek olunursa günümüzde Japonya’da çok şiddetli depremler meydana gelmesine rağmen uzun yıllardır hiçbir bina veya yapıya zarar gelmemektedir. Bundan ötürü, Japonya halkının zarar görebilirliği hemen herkes için eşittir ve en az düzeydedir denebilir fakat Türkiye için aynı şeyi söylemek mümkün gözükmemektedir. Deprem Bilimci Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, yaptığı bir açıklamada “Depremde fakirler ölür, zenginler ölmez. Bir ülkede ekonomi ne kadar bozuksa, deprem de o kadar öldürücü olur” demiştir (Cumhuriyet, 2020). Aslında bunu söyleyerek hem zarar görebilirlik konusuna değinmekte hem de depremde dezavantajlı olan grupların varlığını kabul etmektedir. “Afetler doğrudan ve yalnızca doğanın sebep olduğu toplumsal etkiler ve değişimlerin ötesinde, esasında toplumdaki farklı kesimleri aynı şekilde etkilemeyen olayların ve eşitsizliğin de göstergesidir” (Demir, 2020). Burada şu sorunun sorulması gerekmektedir: “Afet ama kim için?” Afetler –özellikle deprem- toplum tabakalarını apaçık bir şekilde ortaya çıkarmaktadır. Yaşanan afetler sonrası bireylerin ekonomik, fizikî ve sosyal durumlarının ne kadar önemli olduğu açıkça görülebilmektedir. Hatta bazen bireylerin yaşları ve cinsiyetleri de zarar görebilirlik açısından önem arz etmektedir. Bu konuda yapılan bazı araştırmalarda, sosyal zarar görebilirliğin şekillenmesinde sosyoekonomik statü, cinsiyet, iş kaybı (tek sektör bağımlılığı), nüfus dağılımı, iş durumu, aile yapısı, eğitim/bilinç düzeyi, sağlık, sosyal bağımlılık/engellilik, yaşam çevresi kalitesi ve azınlık/göçmenlik gibi değişken ve faktörler önemli rol oynadığı belirtilmektedir (Susan L. Cutter, 2003). Başka bir araştırmada ise afetlerin kadınlar, engelliler, yaşlılar ve çocuklar üzerinde daha yıkıcı etkiye sahip olduğu, özel ihtiyaçları daha fazla olan bu kişilerin iyileştirme safhasında genellikle göz ardı edildiği vurgulanmaktadır (Anonymous, 2012).

Araştırmalarda da görüldüğü üzere afetten etkilenen dezavantajlı gruplar bazı psikolojik değişimlere uğrayabilmekte ve bu da sosyal ilişkilere, dolayısıyla da sosyal yapıya yansıyarak yapısal bozulmalara neden olabilmektedir. Bu bağlamda bakıldığında afetler yalnızca bireylerin psikolojilerini etkilemekle kalmayıp toplumdaki mevcut düzenin değişiminde de önemli bir rol oynamakta ve doğal olarak sosyolojik açıdan da önem atfetmektedir. Bazı araştırmacılar afetlerden “kolektif bir stres durumu” olarak bahsederken bazıları ise bunu “sosyal kriz dönemi” olarak nitelendirmektedir (Nasreen, 2004). Afetlerin ve konu bağlamında depremin toplumsal etkileri, afet sonrasında görülmektedir. Genel olarak bakıldığında depremin yol açtığı can ve mal kayıpları, toplumda sosyal tahribatlar ve sosyal eşitsizlikler yaratmaktadır.

Deprem sonucu ortaya çıkan ve kendini daha da belirgin hale getiren “sosyal eşitsizlikler” bugünün Türkiye’sinde suç kadar önemli problemlerden biridir. Özellikle Türkiye’de bu durum incelendiğinde kentlerde yaşayanların bile yoksul olduğu ve bu durumun onlar için savunmasızlık yarattığı gözlemlenebilir. Birleşmiş Milletler Afet Yardım Örgütü’ne göre, afetlerden etkilenen kişilerin %90’ını, üçüncü dünya ülkelerinin büyük kentlerinde yaşayan yoksullar oluşturmaktadır (UNDRO, 1986). Ayrıca, deprem sonrası ekonomik durumları iyi olanlar deprem bölgesini terk ederken yoksulların ekonomik imkansızlıkları ve muhtaçlıkları yüzünden yerlerini terk edemedikleri de gözlemlenmiştir. Bu noktada, afet sonrası yaşanan bir diğer toplumsal hareket ve etki olarak göçler de örnek olarak verilebilse de bu göçleri gerçekleştirenlerin, genellikle zengin tabaka olduğu gerçeğininin de vurgulanması gerekmektedir. “Markist paradigma ile bakıldığında alt sosyoekonomik sınıfların, yoksulların ve yoksulluk sınırı altında yaşayanların konut tercih etme imkanının olmadığı hatta bunun lüks olduğu görülmektedir” (Fırat, 2020).

Depremler ayrıca toplumda önemli bir yere sahip olan aile kurumunu da olumsuz etkilemekte; ani gelişmeler, aileler ve özellikle çocuklar için ilişkilerin büyük oranda tahribata uğramasına yol açmaktadır. Sonrasında ise aile içi geçimsizlik, şiddet ve boşanma gibi problemler ortaya çıkabilmektedir. 2020 yılında İzmir’de yaşanan depremdeki enkazlardan birinden kurtarılan ve daha sonra medyada “mucize bebek” diye adlandırılıp enkaz altındaki ve enkazdan çıkarıldığı anlardaki görüntüleri çokça yayımlanan ve hatta bu görüntülerinin pazarlama aracı olarak kullanıldığı Ayda, büyüdüğü zaman bu görüntüler sebebiyle travmayı tekrar yaşayabilir. Ayda, gelecekte topluma daha fazla dahil olacak olsa da yaşadığı durumu hafızasından tümüyle silmesi de mümkün gözükmemektedir. Bu durumu yüzlerce, binlerce kişinin yaşayabileceği düşünülürse ileride topluma adapte olacak bu insanlar, bu durumu yaşamayan insanlardan ayrılacaktır. Dolayısıyla toplumda “depremden etkilenenler” ve “depremden etkilenmeyenler” adlandırlmaları altında iki ayrı tabaka oluşacaktır. Belki de depremden etkilenen gruplar, yaşadıkları travma yüzünden topluma adapte olmakta zorluk çekecek ve toplum, bu kişileri kazanmakta güçlük çekecektir. Bütün bunlar toplumsal yapıda bozulmaya yol açacak ve fonksiyon azalmalarına neden olacaktır.

Afetlerin kötü yanlarıyla bireyleri ve toplumu etkilediği apaçık ortada olmasına rağmen bazı iyi yönleri de bulunmaktadır. Afetler aynı zamanda meydana geldiği dönem ve toplumlarda “özgecilik” dalgasınını ortaya çıkartmaktadır. “Maddi ve manevi kayıplarla afete dönüşmüş olaylar toplumun “dış tehdit”e karşı bir araya gelerek birlik olmasını sağlayabilmektedir” (Akgüngör, 2010). Toplumlar afet gibi yıkıcı, yaralayıcı ve zarar verici kriz dönemlerinde kendi bireyselliklerini unutup etrafındakileri önemsemeye başlamaktadır. Bütün olumsuzluklara rağmen toplumsal ve insani dayanışma daha önce hiç görülmediği kadar artabilmekte ve toplumda pozitif bilinç oluşturabilmektedir. Afetler, Türkiye gibi bazı kesimler tarafından hangi siyasi partiye oy verdiğinin, hangi takımı tuttuğunun, üstüne ve altına ne giydiğinin, dininin, dilinin, ırkının önemli olduğu ülkede bile bunların bir kenara bırakılması ve aslında birlik olabileceğimizin farkına varılması açısından çok büyük bir öneme sahiptir. Normalde çok sık yaşanmayacak bu olayı, afetin tüm olumsuz etkilerini unutturacak nitelikte olduğunu söylemek doğru olmasa da bu tür olayların yaşanması bir toplumun geleceği için hayati önem taşımaktadır. 

Sonuç olarak, Türkiye gibi özellikle deprem gibi yıkıcı afetlerin yaşandığı bir ülkede, depremin sadece fiziksel yaralar açmadığı, ayrıca toplumsal boyutta da önemli değişikliklere yol açtığı görülmektedir. Bu çalışmada toplumda bu kadar önemli etkilere sebep olan fakat literatürde başka sosyoloji alanları kadar yer bulamayan afet sosyolojisine kısaca değinmiş olundu. Bu çalışmanın amacı, deprem sonrası yaşanan toplumsal değişmeleri açığa çıkartmak, deprem sonrası yaşanan toplumsal bir hareket olarak görebileceğimiz birlik ve beraberliği anlamak ve depremde hangi grupların daha çok etkilendiğini  vurgulamaktı. Deprem gibi afetlere son derece yakın olan ülkemiz, bu afetlere de hem öncesinde hem de sonrasında hazır olmalıdır. Deprem gibi kriz anlarını iyi yönetmek demek olumsuz toplumsal değişimlerin önüne geçmek demektir. Toplumlar elbette değişmeye meyillidir fakat kimse bu değişimin geriye yönelik bir değişim olmasını istememektedir. Bu yüzden toplum için bu kadar önemli olan bu konular daha sık konuşulmalı ve bu konularda farkındalık yaratılması gerekmektedir. Bireylerin zarar görebilirliğini en az seviyeye indirildiğinde -ve hatta eşit tutabildiğinde- toplumdaki dezavantajlı gruplar ortadan kalkacak ve deprem gibi yıkıcı faaliyetler toplumu bu kadar derinden etkilemeyecektir.

*Öne çıkan görsel https://www.stephenwiltshire.co.uk/original/drawings/earthquake/1028 adresinden alınmıştır.

Kaynakça

(2020, Ekim 31). Aralık 25, 2020 tarihinde Cumhuriyet: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/deprem-bilimci-prof-dr-ovgun-ahmet-ercan-depremde-zenginler-degil-fakirler-olur-1787370 adresinden alındı

Akgüngör, Ç. (2010). Toplumbilim Perspektifinden Afeti Düşünmek. EUL Journal of Social Sciences, 1(1), 5.

Alkın, R. C. (2020). Afet Sosyolojisi. (İ. Can, Dü.) Çizgi Kitabevi Yayınları.

Anonymous. (2012). Reducing Vulnerability and Exposure to Disasters. UNDRR, ESCAP.

Carr, L. J. (1932). Disaster and the sequence-pattern concept of social change. American Journal of Sociology, 38, 207-218.

Demir, A. (2020). Afetler ve Dezavantajlı Gruplar. A. Demir, & İ. Can (Dü.) içinde, Afet Sosyolojisi (s. 266). Çizgi Kitabevi.

Dombrowsky, W. R. (1998). Is A Disaster What We a Disaster? New York: Routlegde.

Eryılmaz, M. (2007). Terminoloji Sözlüğü. (M. E. Dizer, Dü.) Ankara: Ünsal Yayınları.

Fırat, M. (2020). Afet Sosyolojisi. (İ. Can, Dü.) Çizgi Kitabevi.

Laila Kholid Alfirdaus, E. H.-R. (2015). Theories of Social Solidarity in the Situations of (Natural) Disasters. POLITIKA, 6(1), 46.

Nasreen, M. (2004, July 2). Disaster Research: Exploring Sociological Approach to Disaster in Bangladesh. Bangladesh e-Journal of Sociology, 1(2), 21-28.

Susan L. Cutter, B. J. (2003, June). Social Vulnerability to Environmental. Social Science Quarterly, 242-261.

UNDRO. (1986). Disaster prevention and mitigation: Social and sociological aspects. New York.

UNDRR. (tarih yok). Aralık 25, 2020 tarihinde UNDRR: https://www.undrr.org/terminology/vulnerability adresinden alınmıştır.

Bir Cevap Yazın